27 Mart 2016 Pazar

Karanlık Güzel | Kitap İnceleme

Öyle bir çizgi roman hayal edin ki görebileceğiniz en şirin, en masalsı, en renkli karakterlere sahip olsun. Ama başlarından geçen olaylar da bir o kadar rahatsızlık versin, hatta ürkütsün insanı. Bir karesine bakarken içiniz ısınsın, bir sonrakindeyse kanınız donsun.

Senaryosunu Fabien Vehlmann’ın çizimleriniyse Kerascoët’in (Marie Pommepuy & Sébastien Cosset ikilisinin mahlası) hazırladığı Karanlık Güzel tam olarak böyle bir eser işte. Onun için “Alice Harikalar Diyarında ile Sineklerin Tanrısı’nın çocuğu” yakıştırması yapılıyor pek çok mecrada. Ve sayfalarını çevirirken, yaşananlara kare kare şahit olurken bu benzetmenin ne kadar yerinde olduğunuzu iliklerinize dek hissediyorsunuz. Üstelik bunu görebilmek için çok fazla ilerlemenize de gerek yok; henüz altıncı sayfasındayken başlıyor işlerin “rengi” değişmeye…

Masum prenses, kayıp kız

Hikâyemiz mavi puantiyeli beyaz elbisesi, sarı saçları ve masum yüzüyle çizgi romanın kapağından bize ürkek ürkek bakan Prenses Aurora’nın etrafında şekilleniyor. Peri masallarından fırlamış gibi görünen, pembelerle bezeli bir mekânda yakışıklı Prens Hektor’la baş başa, romantik bir çay partisi düzenlerken görüyoruz kendisini ilk olarak. Sadık dostu Phil de hemen yanlarında ve her şeyin mükemmel olduğundan emin olmak için elini ardına koymuyor.

Ancak her şey alabildiğine masalsı, alabildiğine pembe ilerlerken ortalık bir anda karışıveriyor ve mekân “akmaya” başlıyor. Neler olduğunu anlayamayan Aurora, Hektor ve Phil oradan can havliyle kaçarak dışarı çıkıyorlar. Ama “neyin” dışına? İşte çizgi romanın size attığı tokatlar silsilesi de tam bu noktada başlıyor.

Karanlık Güzel sadece bu görselle baş başa bırakıyor bizi. Bir açıklama yok, herhangi bir metin yok. Yalnızca çizimin salt ürkütücülüğü ve hayal gücümüzle zihnimizi çalıştıran, hikâyedeki boşlukları tamamlamayı bize bırakan detaylar.

17 Mart 2016 Perşembe

Uzak | Kitap İnceleme

“Nedir bu kadar çok insanı ailelerini ve hayatlarını geride bırakıp, geleceğin meçhul olduğu bilinmez topraklara yolculuk etmeye iten?”
Shaun Tan’ın Uzak (The Arrival) adlı grafik romanı yukarıdaki bu basit sorunun üzerine kurgulanmış, şahane bir sanat eseri. Daha ilk cümleden itibaren kitabı övmeye başladığımın farkındayım, evet… ama ne yapayım?! Aldığı, alacağı tüm övgüleri ve de ödülleri sonuna kadar hak ediyor Uzak. Emin olun ilk birkaç sayfasını çevirip hem gözlerinize hem de zihninize bir ziyafet çektirdikten sonra siz de aynısını söyleyeceksiniz, hatta belki de daha bile şevkle.

Peki nedir bu kitabı bu denli özel kılan? Sadece görselleri mi? Hayır… Hayır, hiç de değil. Her biri eski birer fotoğraf gibi görünen, kimi sayfaları boydan boya kaplayan çizimler başlı başına birer sanat eseri, o konuda hiç şüpheniz olmasın. Ancak onlar bir bütünün tamamlayıcı parçası sadece. Uzak’ı özel kılan şey sıra dışılığı. Şöyle bir kitap hayal edin, her sayfası karakalemle çizilmiş, inanılmaz gerçekçi ama bir o kadar da gerçeküstü çizimlerle dolu olsun. Karelerinden size el sallayan karakterler kaşıyla gözüyle, kıyafetleri ve yüz ifadeleriyle, sevinçleri ve hüzünleriyle sokaklarda her gün gördüğünüz insanlar kadar sahici görünsün.

Lakin bununla birlikte kitaptaki mekan tasarımları alabildiğine gerçeküstü olsun. Hayal gücünüzü zorlayan binalar, uçuk kaçık araç gereçler ve birbirinden tuhaf hayvanlar kaplasın her sayfayı. Shaun Tan zaten bunu ta en başında, kitabın kapağındaki sıradan adam ve garip hayvanla bize çaktırmadan söylüyor zaten: Bu sayfalarda normal ve anormal yan yana.


Üstelik bununla da sınırlı değil Uzak’ı harika bir eser kılan etmenler. Kitabın sayfalarında tek bir cümle, tek bir anlamlı harf bütününe rastlamadığımızdan bahsetmedim çünkü daha. Evet evet, doğru okudunuz. 120 küsur sayfalık, kocaman bir ebada sahip olan eserde bir tanecik bile kelime yok. En azından bizim anladığımız şekliyle… Bazen gazetelerde, duvarlarda ve afişlerde tuhaf ve yabancı bir alfabeyle yazılmış bazı yazılar görüyoruz elbette; fakat bunlar ne bize ne de kahramanımıza bir anlam ifade ediyor. Buna karşın karakterlerinin hareketleriyle, yüz ifadeleriyle, birbirlerini kusursuz bir akıcılıkla takip eden kareleriyle muazzam bir hikaye anlatıyor bizlere Uzak. Tıpkı bir sessiz film gibi.