21 Nisan 2014 Pazartesi

Bir sınav günü hatırası...

Doğup büyüdüğünüz yerin dışında araba sürmek nedense hep maceralı bir iş olmuştur. O yerde kaç yıl yaşarsanız yaşayın, mutlaka bilmediğiniz, hatta adını bile duymadığınız bir yer illa ki çıkar karşınıza. Ben de neredeyse on yıldır İzmir’de yaşamama rağmen konu araba sürerek bir yere gitmek olduğunda istisnasız her seferinde kaybolurum. Öyle böyle değil… Bornova’ya gidiyorum derken kendimi Karşıyaka yolunda bulan biri insanım ben. Suratta afallamış bir ifade, bakışlar Küçük Emrah modunda… Artık bu durumu o kadar kanıksadım ki, evden çıkarken acaba bu sefer nasıl kaybolacağım diye düşünmek âdetten oldu. En çok da kardeşim Metin’i Açık Öğretim sınavlarına götürürken yaşıyorum bu durumu. Kaybolmanın stresi tek başına yetmiyor, işin içine bir de sınava geç kalma telaşı eklensin ki iyice şenlikli hâle gelsin dermiş gibi…

Geçtiğimiz hafta sonu yine sınavlar vardı malumunuz. Ben de ailenizin şoförü olarak yine direksiyon başındaydım. Cumartesi günü sınav yeri Buca’daydı. Her nasıl olduysa giderken çok fazla sorun yaşamadık, ben de içten içe sevindim hatta. “Bu sefer kaybolmadım işte, ha-ha!” nidaları attım arabanın içinde. Sen misin erken konuşan? Biz o Buca’dan bir türlü çıkamadık! Artık nerede yanlış yöne saptıysam kendimizi ortasında boş bir lunapark bulunan, genişçe bir meydanda buluverdik. Etrafta ne bir tabela var, ne de bir yaya. Tabii ikimiz de yiğitliğe şokella sürdürmemek için hiç bozuntuya vermiyoruz, sanki her şey çok normalmişçesine konuşuyoruz, şakalar yapıyoruz o sırada. Kaybolduğumuzu birbirimize çaktırmıyoruz güya, öyle de zekiyiz!

Ben: “Metin, bak lunapark!”
Metin: “Aaa, ne güzel! Lunaparklara bayılırım.”

Lunaparkın etrafında zorunlu bir tur attıktan sonra (yol tek yöndü) meydanın solunda kalan başka bir ara sokağa sapıverdim. Aksi gibi buradaki yollar iyice dardı ve manevra yapmak biraz zordu. Neyse efendim, bir sağ, iki sol, sonra bir daha sağ derken karşımıza bir tek yön tabelası çıkıverdi. Mecburen takip ettik tabii ve o da ne? Lunaparklı meydan yine karşımızda!

Ben: “Metin, bak lunapark…”
Metin: “Aaa, ne güzel. Lunaparklara bayılırım…”

Lunaparkın etrafındaki mecburi turumuzu bir kez daha attıktan sonra bu sefer başka bir ara sokağa saptık. Bu yol yokuş aşağıydı ve içimden bir ses caddeye çıkması için yalv… öhöm… caddeye çıkacağını söylüyordu. Ama bu sefer de karşımıza bir dozer çıkıverdi, yol çalışması varmış. Pos bıyıklı, görevli bir amca kırmızı bir bayrak sallayarak üzerimize koşturdu.

Adam: “Yassah hemşerim! Geçemezsiniz! Yukarı dönün.”
Ben: “Abi biz yokuştan indik zaten. Aşağı inmek istiyoruz biz!”
Adam: “Olmaz! Yukarı didim!”

Kendisine en derin saygı ve sevgilerimizi sunarak (tabii ki içimizden) mecburen yokuş yukarı devam ettik. Az sonra kaçınılmaz olarak lunaparkın etrafındaki üçüncü turumuzu atıyorduk.

Ben: “Ay gene mi bu lunapark?!”
Metin: “Allah kahretsin bu lunaparkı! Lunaparklardan nefret ediyorum!”


Kurtulana kadar kaç tur attığımızı sormadığınız için şimdiden teşekkürler…

0 comments: