16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ne dedin, ne dedin?

Dün öğleden sonra acil olarak bankaya gitmem icap etti. Hava da bir acayipti ki sormayın gitsin. Sabahtan beri bir açıp bir kapıyor, adeta Artema reklamına nazire yapıyordu kendisi. Üzerimde de incecik bir tişört ve kot pantolondan başka bir şey yoktu işin kötüsü.

"Ben dışarı çıkayım da yağmur başlasın artık." dedim çalışma arkadaşlarımdan birine, sokağa adımımı atarken. İster inanın ister inanmayın ama bunu dememle birlikte ilk damlaların tepeme inmesi de bir oldu. "Çenem tutulsun!" diyerek yarı koşar vaziyette bankanın yolunu tuttum. Ama nafile... Öyle ahım şahım yağmamasına rağmen düşen damlaların iriliği sayesinde birkaç dakika içinde sırılsıklam olmuştum bile.

Bankanın kapısından girdiğimde içerideki tüm müşteriler dönüp afallamış bir şekilde bana baktı. Benim dışımdaki herkes gayet kuruydu ne de olsa.
"Ne oldu hocam, bu ne hal?" diye sordu müşteri temsilcimiz Onur, gayet şaşkınca.
"Yağmur yağıyor." diye cevapladım, gayet ıslakça.
"Ne yağmuru yahu. Daha demin camdan baktım, ortalık günlük güneşlikti." dedi kafasını pencerelerin olduğu tarafa doğru uzatarak.
"Vallahi yağıyor yahu! Yalan mı söyleyeceğim? Baksana şu halime."
"Yok hocam, yok. Ahmak ıslatandır o." dedi gayet doğal bir şekilde.
O anda göz göze geldik ve aramızda derin bir sessizlik oldu.
"Bir dakika, bir dakika... Sen ne demek istiyorsun bakayım bana?" diye sordum sonunda, bıyık altından gülerek.
"Yok hocam! Öyle demek istemedim!" diye atıldı Onur, eli ayağı birbirine dolaşarak. Sonradan yüzümdeki gülümsemeyi görüp rahatladı tabi. Ama lafı da yemiştim hani.

Hava da benim zeka seviyem hakkında aynı fikirde olacak ki işimi bitirip de dışarı çıktığımda beni masmavi bir gökyüzü ve parıldayan bir güneş karşıladı. Hatta o kadar sıcaktı ki geri dönünceye kadar üzerimdeki her su tanesi kuruyuverdi, gitti.

***

Ofise döndüğümde yoğun bir iş temposu kucakladı beni. Sadece yarım saat geçmiş olmasına rağmen evraklar masamın üzerini istila etmişti. Muhasebecimiz Ayşegül ile sevkıyattan Yücel ise harıl harıl bir irsaliyeyi kesmek için uğraşıyordu. Sorunlu bir müşterinin sorunlu bir irsaliyesiydi. Baktım iş bayağı karışık, bari ben de yardım edeyim dedim ve geçtim Ayşegül'ün yanına. Ayşegül ile ben masanın arkasındayız, Yücel de karşımızda...
"Bu adama gıcık oluyorum." dedi Ayşegül. "Her işi sorunlu, her işi problemli! Sinir herifin teki."
"Yanındaki de öyle..." dedi Yücel, dalgın dalgın.
"Nasıl yani? Bana mı dedin?" dedim ben.
"Yok abi! Adamın yanında çalışan adamı kastettim!" dedi Yücel, panikle. Sonra şaka yaptığımı anlayınca güldüler tabi.

Aynı günde kazara da olsa ikinci lafını yiyen ben de onlarla birlikte güldüm. Ama benimki daha çok "Ne olacak benim bu halim?" gülüşüydü.