3 Temmuz 2011 Pazar

Kehanet ( Bölüm 5 ) -Son-

Kenn çaresiz bir biçimde uzanmış, ölümün soğuk kollarının kendisini kucaklamasını beklerken derin ve güçlü bir ses çalındı kulaklarına; “Ayağa kalk cesur savaşçı.”

“N-Ne?”

“Ayağa kalk ve bana katıl.”

“Sen de kimsin?” dedi Kenn, başını yattığı yerden hafifçe kaldırarak. Görüşü tekrar düzelirken beyaz sakallı, mavi cüppeli bir adamın kendisine baktığını gördü hayretle.

“Ben büyücü Merlin, Avalon’un hükümdarı.” dedi yaşlı kişi gururla. “Krallığıma hoş geldin Kenn Wulf.”

“Adımı nereden biliyorsun?” diye sordu yavaşça ayağa kalkarken. Mızrağın saplandığı yere baktığında tişörtünün hâlâ delik olduğunu gördü. Göğsündeki ölümcül yara ise kaybolmuştu.

“Çünkü sen kaderini önceden görmüş olduğum ve kehanette adını zikrettiğim o savaşçısın Kenn. Tam 1500 yıldır seni bekliyorum.”

“Şey… Beklettiğim için üzgünüm.” diye mırıldandı Kenn şaşkınlıkla. “Yani o kehaneti yazan sen miydin? Madalyonları yapan?”

“Onu ve daha pek çok şeyi…”

“O halde doğru… Madam haklıydı.”

“Elbette… O çok güçlü bir Görücü Wulf, kadını hafife almamalısın. Kendini de öyle… Omuzlarında çok büyük bir yük var savaşçı, insanlığın kaderi senin başarıp başaramamana bağlı çünkü.

“Tipik bir seçilmiş kişi senaryosu yani…” dedi Kenn, sıkıntı ile oflayarak. “Neden hep kirli işlerinizi bize yaptırırsınız ki?”

“Kurallar böyle Wulf, karışmamız yasak. Sadece yol göstermeye iznimiz var.”

“Siz de kimsiniz? Ve bu kuralları da kim koyuyor böyle.”


“Bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı insan. Vakit daralıyor. İnsanoğluna bu son savaşında yardım edecek güç ve bilgelik artık senin.”

“Benim mi?” dedi Wulf, vücuduna bakarken. Bir hayalet gibi saydam görünüyordu. “Beni yanlış anlama ihtiyar ama ben öldüm!”

“İşte tam da bu yüzden tüm bu kudret ve irfan senin olacak. Dizeleri hatırla! Kurban edecek fani hayatının en büyük mücadelesini… Bir insanın hayattaki en büyük mücadelesi yine hayatın ta kendisidir. Yaşamını diğerlerini korumak için feda eden bir savaşçı bu güç ve irfana layıktır demektir.”

“Şey… Hayatımı tam olarak feda ettiğim söylenemez ama yine de sağ ol.”

“İstisnalar kaideyi bozmaz.” dedi bıyık altından gülen Merlin. “Bu gücü Mephisto’ya vereceğimi sanmıyorsun ya?” diye sordu ardından.

Kenn bu yoruma sırıtarak karşılık verdi.


*** 


Zaman tekrar akmaya başladı. “Sonsuz kudret ve irfan artık benim!” diye bağırdı Mephisto, zalim kahkahalar eşliğinde, ellerini gökyüzüne kaldırarak. Kenn’in kanı Excalibur’un saplı olduğu kayayı kırmızıya boyarken kılıcın her iki yanındaki heykellerin gözleri ve ağızları sarı renkli yoğun bir ışıkla parıldadı. Başları yavaşça Mephisto’ya doğru dönmeye başladığında büyücünün kahkahaları iyice yükseldi. Fakat heykellerin hareketi orada durmadı ve Kenn’in yerde hareketsiz yatan bedenine odaklanıncaya kadar da dönmeye devam ettiler.

“Neler oluyor?” diye bağırdı Mephisto şaşkınlıkla ama heykeller oralı bile olmadı. Tam Kenn’i görecek şekilde durdular ve aynı anda hem ağızlarından hem de gözlerinden altın renkli, yoğun bir ışın huzmesi fışkırıverdi. Işığın teması ile Kenn’in bedeni şiddetle sarsıldı ve bir karış havaya yükselerek orada asılı kaldı. Mephisto olanları hayret ve öfke ile izlerken genç adamın bedeni enerji dalgalarıyla boydan boya yıkanmaya devam etti. Sonra gözleri aniden açıldı. Göz bebekleri sarı bir güç aurası ile parıldıyordu.

“Hayır! Hayır, bu olamaz! İmkânsız!” diye bağırdı büyücü ve asası ile Kenn’e bir yıldırım büyüsü yapmaya kalktı. Fakat büyü adamın etrafındaki güç aurasından sekerek Mephisto’ya geri döndü. Büyücü acı ile haykırarak geriye yuvarlandı.

Bu esnada Kenn ayaklanmış ve Excalibur’a doğru yürümeye başlamıştı bile. Kılıcı kabzasından kavradığı gibi saplı olduğu kayadan çekip çıkardı ve zaferle gökyüzüne doğru kaldırdı. Excalibur’un metalik yüzeyi bir şimşek misali parıldadı kırmızı gökyüzünün altında. Bir öfke çığlığı atan Mephisto elinden geldiğince hızla ayağa kalktı ve en güçlü büyülerinden birini rakibine gönderdi. Kenn insanüstü bir hız ve çeviklikle sağa sıçrayarak bu büyüden kolaylıkla kurtuldu. Mephisto bir büyü daha gönderdi fakat havada ufak bir parende atan Kenn bu saldırıyı da başarı ile savuşturdu. Ayaklarının üzerine zarifçe indi ve inanılmaz bir süratle koşarak Mephisto’nun üzerine saldırdı. Büyücü kafasına nişanlanmış kılıç darbesini asasının sapı ile karşılamaya çalıştı. İki büyülü nesne gök gürültüsünü andıran bir sesle çarpıştı ve hem Kenn hem de Mephisto büyük bir şok dalgasının etkisiyle geriye doğru uçarak yere kapaklandı.

“İtici bir tip olduğunu biliyordum Mephisto ama bu kadarını tahmin etmiyordum doğrusu.” dedi Kenn, pardösüsünün üzerinde hafif duman huzmeleri tüterken.

Mephisto sadece hırıldamakla yetindi ve asasından destek alarak ayağa kalkmaya çabaladı. Kenn artistik bir hareketle ellerini yere dayayıp bacaklarının devinimi de kullanarak sıçradı. Ardından kılıcını elinde havalı bir şekilde evirip çevirmeye başladı.

“Seni aptal! Beni gerçekten yenebileceğini mi sanıyorsun? Ben Mephisto’yum! Ölümün ve ölüm saçanların efendisi! Ben yenilmem!”

“Haydi deneyelim.” dedi Kenn sırıtarak ve tekrar ileri atıldı.


Büyücü öfke ile haykırarak bildiği tüm saldırı büyülerini ardı ardına rakibinin üzerine göndermeye başladı. Fakat Kenn her defasında Mephisto’yu çileden çıkaracak kadar zahmetsiz bir şekilde bunlardan kaçmayı başardı. Çok hızlıydı ve de çok çevik… Her defasında bir adım daha yaklaşıyordu büyücüye. Milim milim ama oldukça emin bir şekilde… Sonunda hedefine ulaştı ve ölümcül bir kesme hareketi ile büyücüye saldırdı. Mephisto çaresizce yine asasını kaldırdı fakat Kenn’in niyeti başkaydı. Son anda kılıcının yönünü değiştirerek asanın ucundaki keçi kafatasını hedef aldı. Kılıç boynuzlardan birine sertçe çarparak asanın yerini değiştirdi. Kenn çabucak olduğu yerde sıçrayarak büyücünün çenesine bir döner tekme attı. Darbenin sertliği ve uğradığı şaşkınlıkla geriye sendeledi Mephisto. Kenn bir kez daha saldırdı. Büyücü görmeyen gözlerle bir şimşek gönderdi önüne. Kenn çabucak öne doğru bir takla attı. Burnuna gelen yanık saç kokusuna bakılırsa kızarmaktan son anda kurtulmuştu. Ardından rakibini dizlerine iki tekme atarak yeniden sendelemesine sebep oldu.

“Seni aşağılık piç!” diye haykırdı Mephisto. Asasını iki eliyle kavrayıp başının üzerine kaldırdı ve bir mızrak misali Kenn’in göğsüne saplamaya çalıştı. Wulf yine son anda yana doğru yuvarlanarak bu darbeyi de atlattı. Tam tekrar ayağa kalkarken zihninde çok net bir ses duydu; “Savur beni…”

“Ne?” dedi Kenn şaşkınlıkla, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışarak.

“Savur beni! Şimdi!” dedi ses yeniden. Konuşan, efsanevi kılıç Excalibur’dan başkası değildi. Kenn biraz da refleksif olarak denileni yaptı ve kılıcını havayı yaracak şekilde savurdu. O anda kılıçtan güçlü bir enerji dalgası yayıldı ve Mephisto’yu tam göğsünden vurdu. Büyücü haykırarak yere kapaklandı. “Bitir işini!” diye geldi kılıcın telepatik mesajı. Kenn bu lafı ikiletmedi ve koşarak rakibinin tepesine bindi. Kılıcını kaldırdı ve sertçe rakibinin başına sapladı. Daha doğrusu başının olması gereken yere… Mephisto bir anda havaya karışarak ortadan yok oldu, Excalibur ise zararsız bir biçimde toprağa çarparak sekti. Afallayan Kenn panikle etrafına bakınmaya başladı.

“Mephisto!” diye bağırdı hiddetle. “Buraya gel ve erkek gibi dövüş!” Ama hiçbir cevap alamadı. Ellerini her iki yana açıp gökyüzüne doğru haykırdı yorgun savaşçı; “Mephisto!”


*** 

Az sonra bir elinde Excalibur olduğu halde Stonehenge’e açılan boyut kapısından çıkıyordu Kenn Wulf. O çıkar çıkmaz kapı ardından kapandı ve mühürler keskin bir çatırtı ile parçalanarak yok oldu.

“Kehanetin sonu...” dedi kendi kendine. Önce mühürlere sonra da etrafındaki araziye şöyle bir göz attı. Güneş ufuktan yavaş yavaş doğmaya başlamıştı ve etraf yüzlerce orta-çağ zombisinin hareketsiz yatan bedenleri ile doluydu. Onlara hareket etme yeteneğini bahşeden efendileri yakınlarda olmayınca öbür tarafı boylamışlardı anlaşılan. Yine…

“Gazete başlıklarını şimdiden merak ediyorum doğrusu.” diye mırıldandı Kenn fakat kendi esprisine bile gülemeyecek kadar morali bozuktu.

“Üzülme kahraman. Elinden geleni yaptın ve iyi bir dövüş çıkardın.” dedi kılıç, telepatik olarak.

“Kahraman mı? Hiç sanmıyorum dostum. Islandım, en sevdiğim tişörtümde koca bir delik açıldı ve öldüm.” dedi Wulf. Ardından şiddetli bir hapşırık attı. “Tüm bunlar yetmiyormuş gibi üzerine bir de grip oldum!” diye bağırdı sonra da.

“Öfkeni düşmanını bulmak için odakla savaşçı. Yolumuz çok uzun ve yapılacak çok iş var. Göreceksin, onu bulacağız.”

“Umarım haklısındır.” dedi Wulf.

“İçin rahat olsun, eğer biz onu bulamazsak… O bizi mutlaka bulacaktır.”

“Sağ ol, çok rahatladım doğrusu.” dedi Kenn alaycı bir tonla. Ardından hızlı adımlar ve tıkalı bir burunla tarihi alanı terk etti.

Gerçek savaş onun için yeni başlıyordu.

- SON -

2 comments:

Adsız dedi ki...

İhsancım çok güzel,tadı damağımda kalan hikayeydi.Yüreğine sağlık.

mit dedi ki...

Teşekkür ederim arkadaşım. Beğendiysen ve okurken keyif aldıysan ne mutlu bana.