27 Kasım 2010 Cumartesi

Parlak Taşlar ( Bölüm 1 )

Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanan Aylık Öykü Seçkisi için yazılmıştır.

Xak Tsaroth derin bir gümbürtüyle sarsıldı. Etraf çatırtılar, yıkılma sesleri ve koca taşların düşüp parçalanarak çıkarttıkları seslerle yankılanıyordu. Az ileride, yol arkadaşlarının içinde bulunduğu kazandan bozma asansör ağır ağır yukarı çıkmaktaydı. Derken aniden bir sarsıntı oldu ve kazan yirmi beş – otuz santim kadar düştü. Ardından sarsılarak durdu ve yavaş yavaş yeniden yükselmeye başladı.

“Mekanizma…” dedi Sturm.
“Ya bozuldu ya da Ejderanlar bizi fark ettiler ve bozmaya çalışıyorlar.” dedi Tanis.
Tam o esnada “Ejderanlar!” diye bağırdı Tas tiz bir sesle, yukarıyı işaret ederek. Ejderanlardan oluşan ufak bir grup, asansörün çıkış noktasında kılıçlarını çekmiş bir vaziyette kendilerini bekliyorlardı.
“Yapabileceğimiz hiçbir şey yok.” dedi Sturm sıkıntıyla.
“Geri çekilin.” dedi Raistlin sallana sallana ayağa kalkarak.
“Raist yapma! Çok zayıfsın.” dedi kardeşini kolundan yakalayan Caramon.
“Tek bir büyü yapacak kadar gücüm var.” diye öfkeyle fısıldadı büyücü.
“Caramon’un kalkanın arkasına saklan.” dedi Tanis aceleyle. Koca adam hiç beklemeden bedenini ve kalkanını kardeşinin önüne siper etti.
Raistlin konuştu. Caramon kalkanını hareket ettirdi; büyücü ince parmaklarını açtı. Elinden ak bir top fırladı ve ejderanlardan birini tam göğsünden vurdu. Diğer ejderanlar arkadaşlarının başına geleni görünce ve aşağıdan yaklaşmakta olanlardan birinin büyü kullanıcısı olduğunu anlayınca öfkeyle tısladılar. Bir anlık tereddütten sonra hızla dönüp kaçmaya başladılar. Bu sırada da kazan yukarıya yaptığı yolculuğu tamamlamış, yol arkadaşları Xak Tsaroth’dan kaçmayı başarmışlardı.

Bir müddet sonra çatırtılar ve sallantılar azalmaya başladı. Ardından da yavaş yavaş kesildi. Kadim şehir sallantılara dayanmış ve her şeye rağmen yine de ayakta kalmayı başarmıştı. Ne de olsa burası Afet’e bile dayanmıştı. Yani hemen hemen… Ortalık iyice sakinleştiğinde lağım cüceleri ya da kendi dillerinde Agharlar saklandıkları yerlerden birer birer çıkmaya başladılar. İlk başta ufak bir şaşkınlık vardı üzerlerinde. Hoş, lağım cücelerinin üzerinde hep bir şaşkınlık vardır zaten. Xak Tsaroth’un tozlu meydanında toplanıp, gözlerini kırpıştırarak etraflarına bakındılar. Etrafta hiç ejderan ya da kendi dillerinde “patron” görünmüyordu. Hava-şaklatan’ın (kamçıya verdikleri isim de buydu) sesi de duyulmuyordu ayrıca.
“Hiç patron yok?” diye sordu lağım cücelerinden biri.
“Patron yok…” diye fısıldadı bir diğeri, kirli eliyle çenesini sıvazlayarak.
Bir an için sessizleşip birbirlerine boş bakışlarla baktılar. Sonra bariz gerçek, yavaşça ağır işleyen akıllarında belirmeye başladı.
“Biz özgür…” dedi içlerinden biri. “Patron yok, biz özgür!” diye bağırdı ardından neşeyle.
“Biz özgür!” diye haykırdı bir diğeri, daha da büyük bir coşkuyla. Ardından tüm cüceler büyük bir coşkuyla bağırıp, sevinç çığlıkları atmaya, oldukları yerde atlayıp zıplamaya başladılar. Bu arada kazara birbirlerinin ayaklarına basanlar oldu ve sevinç gösterileri kısa süre içinde itişip kakışmalara ve ısırmalara dönüştü. Hatta bazıları kavganın neden başladığını bilmese de dişlerini büyük bir zevkle diğerlerine geçirmekten geri kalmadı.

Lağım cüceleri Krynn halkları arasında en düşük seviyeli olanlardan biridir. Normal cücelere göre daha kısa ve oldukça pasaklı olan bu ırk, daha çok terkedilmiş şehirlerde, lağımlarda ve şehirlerin kirli bölgelerinde yaşarlar. Zekâ yönünden pek de parlak oldukları söylenemez. Öyle ki ortalama bir lağım cücesi en fazla ikiye kadar sayabilir. Yine de içlerinden yeterince zeki olanların üçe kadar sayabildikleri de görülmüştür. Ne yazık ki Xak Tsaroth’daki hiçbir cüce henüz o zekâ seviyesine erişememişti.

En sonunda içlerinden biri aklını başına toplayıp şöyle dedi; “Biz git. Yücebulp’a haber ver.”
Kimileri bu fikri onayladı, kimileri ise karşı çıktı.
“Yücebulp’a habere gerek yok. O her şeyi zaten bil.” dedi karşı çıkanlardan biri.
“Hayır. O bilmez her şeyi. Daha çorapları nerede onu bile bilmiyor.” dedi bir diğeri.
“Bal gibi de biliyor.” dedi öteki.
“Hayır bilmiyor! Çünkü çorapları bende.” dedi karşı çıkan, cebinden çıkardığı bir çift kirli çorabı zaferle sallayarak.
“Hırsız! Glup enciği!”
“Sen hırsız! Bulp pisliği!”
Bunun üzerine yumruklar ve ısırıklar bir kez daha havada uçuştu. Sonunda yorulan, sıkılan ve ne yapacaklarını bilemeyen lağım cüceleri Yücebulp’un her şey bilip bilmediğine bakmak için saraya gitmeye karar verdiler. Ayrıca bu kadar ısırık atmak karınlarını da acıktırmıştı ve bir an önce bu sorunu halledip yemeğe gitmek istiyorlardı.

Yücebulp tıpkı diğerleri gibi sıradan lağım cücesiydi. Tek farkı ve şansı Bulp soyundan gelmesi ve bu sayede şimdi ki lider olmasıydı. Uzun bir süre önce Bulp klanından bir lağım cücesi Xak Tsaroth harabelerini kazayla keşfetmiş ve buranın kendi klanına ait olduğunu ilan edilmişti. Bulp klanı ile birlikte Slud ve Glup klanları da buraya yerleşmiş ve Bulpların önderliği altında, dış dünyadan uzak bir şekilde yaşamlarını sürdürmüşlerdi.

Lağım cüceleri kısa sürede Yücebulp’un yaşadığı kenar mahallelerden birine vardılar. Buradaki yapılar iyice çökmüştü ve sokaktan oldukça kötü bir koku yayılıyordu. Fakat lağım cücelerinin hiç birinin bu kokudan ve pislikten şikâyeti yoktu. Ne de olsa burası tam da onların zevkine uygun bir yerdi. Cüceler pek de kibar olmayan bir biçimde Yücebulp’un binasına apar topar giriş yaptılar ve gizli kapıların ardına kadar açık olduğunu gördüler. Görünürlerde herhangi bir nöbetçi de yoktu üstelik. Açık kapıların görüntüsü karşısında bir anlığına duraksadılar ve birbirlerine baktılar.
Lağım Cüceleri
“Kimin nöbet?” dedi içlerinden biri.
“Bofo’nun nöbet!” dedi bir diğeri, bir parmağıyla yanındaki lağım cücesini işaret ederek.
“Hayır, Dindo’nun nöbet!” dedi Bofo, kendisini işaret eden lağım cücesini göstererek.
“Senin nöbet!”
“Senin nöbet!”
İki lağım cücesi itişip kakışmaya başladı ve kısa süre içerisinde yeniden yumruklar havada uçuştu. Kavgalardan yeteri kadar sıkılmış olan grup, birbirleri üzerinde yuvarlanarak dövüşen iki cüceyi arkalarında bırakıp içeri girdiler. Yücebulp’a iyi haberi verecek olmanın heyecanı ile hızlı bir şekilde taht odasına girdiler. Fakat Yücebulp görünürlerde yoktu. Ne yapacaklarını bilemez bir vaziyette birbirlerine baktılar.
“Belki Yücebulp uyu?” dedi bir lağım cücesi. Bunun üzerine hep birlikte arka taraftaki yatak odasına yöneldiler ve kapıları büyük bir gürültüyle açtılar. Savrulan kapıların gürültüsüyle birlikte yatak odasından korku dolu bir ciyaklama duyuldu. Yücebulp’un sesiydi bu. Ama görünürlerde kendisinden eser yoktu. Lağım cüceleri merakla yatak odasının dört bir yanına dağılıp Yücebulp’u aramaya başladılar. Halıların altına, dolapların içine, çekmecelere hatta birbirlerinin kulaklarının arkasına bile baktılar. En sonunda lağım cücelerinden biri “Ben bul!” diye bağırdı. Hep birlikte konuşan cüceye doğru döndüler. Lağım cücesi tüm bakışların kendi üzerinde olduğundan emin olduktan sonra son derece kendinden memnun bir ifade ile yatağın çarşafını havaya kaldırdı ve yatağın altına saklanmış bir lağım cücesini ortaya çıkardı. Saklanan lağım cücesinin arkası dönük olduğu için buradan bakıldığında sadece kirli ayakları ile elbisesinin altında korkudan tir tir titreyen poposu görünüyordu.
“Sen nereden biliyor bu Yücebulp?” dedi bir tanesi, minik ellerini beline koyarak.
“Biz şimdi anlar.” dedi diğeri ve uzanıp yatağın altındaki cücenin poposuna sıkı bir çimdik attı. Acı dolu bir ciyaklama ile Yücebulp I. Phudge yatağın altından fırlayıverdi.
Liderlerini yeniden gören lağım cücelerinin yüzü aydınlandı.
“Siz ne yaptığını sanıyor?!” diye kükredi Yücebulp. Bir taraftan da poposunu ovuşturmakla meşguldü. Bir taraftan da endişe ile kapıların olduğu tarafa bakıyor, gidip gelen kimse var mı diye görmeye çalışıyordu.
“Siz beni koru! Patronlar kızdı, buraya gelebilir.” dedi Yücebulp telaşla.
Lağım cüceleri hevesle, hep bir ağızdan konuşmaya başladılar.
“Yücebulp korkma, patronlar git.”
“İyi kalpli adam ve arkadaşları onları korkut.”
“Patron yok.”
“Ejderha yok.”
Yücebulp karşısındakilere inanmayan bakışlarla baktı. Bir taraftan da kapıyı kollamaya devam ediyordu.
“Patronlar git? Ejderha yok? Siz emin?” diye sordu sonunda.
Lağım cücelerinin hepsi, kirli yüzlerinde geniş bir sırıtışla, kulaklarının lap-lap etmesine neden olacak kadar hızlı bir şekilde olumlu anlamda kafa salladılar.
“Sen artık korkma. Patronlar git.” dedi lağım cücelerinden biri, ağzındaki eksik dişleri görünmesine neden olan aptal bir sırıtışla.
Yücebulp ikna olmuştu. “Ben korkmadı! Yücebulp korkmaz! Ben sadece kendimi güvenceye aldı. Halkım için… Ben olmadan siz ne yapar?” dedi hiç de inandırıcı olmayan bir tonla. Ama bu kötü oyunculuk bile lağım cücelerini kandırmaya yetmişti.
Lağım cüceleri hayranlık dolu mırıltılarla liderlerine baktılar. “Çok yaşa Yücebulp!” dediler sonra da hep bir ağızdan.
“Hayır, hayır. Yücebulp yok. Şey diyeceksiniz… şey…” Ne demişti yarımelf ona? “Hah, ben buldu. Majesteleri…” dedi bir elini zarafetle göğsüne koyup kabararak. Ardından kaşlarını çatıp önündeki gruba baktı ve “Anlaşıldı?” diye sordu sert bir biçimde.
“Biz anladı Yücebulp.”
“Majesteleri!” diye düzeltti Yücebulp.
“Biz anladı… ıııı… majesteleri.” dedi lağım cücelerinden biri.
“Sen geliyor? Biz seni bekle. Konuşma yap?” dedi bir diğeri hevesle.
“Hayır.” dedi Yücebulp. Parlak kumaşlardan sonra en sevdiği şey konuşma yapmaktı ama şu anda kendisini hiç de havasında hissetmiyordu. Hem ejderha ve patronlar gittiğine göre artık ilgilenmesi gereken çok daha önemli bir işi vardı. Saraydaki altınlar ve mücevherler…

Koca ejderha Xak Tsaroth’da hüküm sürdüğü süre boyunca boş durmamış ve harabelerde ne kadar altın, mücevher ve değerli taş varsa hepsini sarayda toplamıştı. Bunlarla görkemli bir yatak yapmıştı kendine. Ejderha olmadığına göre hazine artık başıboştu. Yücebulp dışında da bu hazinenin varlığından haberdar olan kimse yoktu. Artık hepsi onundu.

“Siz git. Ben meşgul.” dedi bir elini rahatsız edici bir şeyi savuştururmuş gibi sallayarak. Ardından cücelere sırtını dönüp açgözlülükle ellerini ovuşturmaya başladı. Lağım cüceleri liderlerinin nasıl bir işle meşgul olduğunu görebilmek için hevesle etraflarına bakındılar. İlginç bir şey göremeyince de hayal kırıklığı ile iç çektiler ve çıkışa doğru ilerlemeye başladılar. Tam kapıya varmışlardı ki içlerinden biri “Madem ejderha yok saray boş. Ben hep merak ediyor sarayda ne var.”
“Ben de ediyor.” dedi içlerinden biri.
Geri kalanları da “Ben de.” “Ben de.” diye konuşmaya katıldılar, lağım cücelerinde bolca görünen sürü psikolojisi ile.
O anda ellerini ovuşturmakta olan Yücebulp olduğu yerde endişe ve korku ile donakaldı ve arkasındaki gruba şöyle dönüp bir baktı. Ardından hızla çıkışlara doğru koşmaya başladı. Bir taraftan da “Siz beni izle! Ben konuşma yapacağım. Halkım için!” diye bağırıyordu. Arkasından bakakalan lağım cüceleri liderlerindeki bu değişime bir anlam veremediler. Birbirlerine bakıp omuz silktiler ve koşarak Yücebulp’u takip etmeye başladılar. Bu arada hâlâ kapı önünde dövüşüp yerlerde yuvarlanmakta olan nöbetçi adaylarının üzerine basmayı da ihmal etmediler.
“Senin nöbet!”
“Senin nöbet!”

(Devam edecek...) 

Bu hikaye Ejderha Mızrağı / Dragonlance serisinden esinlenerek yazılmıştır. Mekan ve karakter isimleri WotC firmasının tescilli markalarıdır.

3 comments:

Adsız dedi ki...

ben var merak etmek ne olacak:)

Adsız dedi ki...

Ben merakımı gider.:)Hikayenin sonunu sev.

mit dedi ki...

Sen var bölüm ikiye geçmek :) Ben çok teşekkür ediyor. Sen İKİ yorum yapıyor, beni çok mutlu ediyor :)